24 Haziran 2013 Pazartesi

Clapton Begins...


Evet, dün Eric Clapton ve Pattie Boyd’un hikayesine ufak bir giriş yapmıştık. Şimdi masalımızın kahramanlarını kısaca bir tanıtayım istiyorum. Yazılarımı sıkılmayın ve okuyun diye kısa yazıyorum, detaylı bilgi vermesini ben de bilirim ama okumazsınız sonra… :)

Neyse, Eric abimizin hikayesiyle başlayalım. Efsane, hayata gözlerini açtığında avrpada 2. Dünya Savaşı devam etmekteydi. Ancak dünya gözüyle sadece 8 gün görebildi savaşı. Eric Clapton 30 Mart 1945’te İngiltere, Ripley’de hayata gözlerini açtı. Savaşın ortasına doğmuştu, annesi ingiliz, babası ise Kanadalı bir subaydı. Yasak ilişki sonucu dünyaya gelen Eric’in babası savaş bitince ülkesine döndü. Annesi olan Patricia Molly Clapton’ı 9 yaşına kadar ablası bilen küçük Eric gerçeği 9 yaşında keşfetmiştir. Bir gün ablası sandığı Molly’ye “artık sana anne diyebilir miyim?” der, fakat alacağı cevap onun hayatını kökten sarsacaktır. Eric annesinden oynadıkları role devam etmelerini ister. Biz böyle durumlarda rakıya biraya sararız, gerçi daha çocukmuş ama olsun; Eric hemen bir gitar edinir ve kendini gitara verir. 9 yaşında başlayan gitar serüveni hala sürüp gitmektedir. İlerleyen yıllarda ona, “mr. Slowhand” olarak hitap edilecektir. Tabi ki bu bir ironi, keza Eric gitarı öttürmektedir . Şarkılarına baktığımızda ise çoğu hayat hikayesiyle ilgilidir. Yani serdar ortaç gibi “felsefi” cümleler aramaz, yaşadıklarını efsane melodileriyle anlatır. 9 yaşındaki bu koca çocuk ileride parlak bir rock yıldızı ve efsanevi bir aşkın baş mimarı olacaktır. 

Köyümüzün güzel kızı Pattie Boyd’a gelecek olursak, Pattie aslında Eric’ten tam 1 yaş büyüktür. 19 Mart 1944 yılında gözlerini dünyaya açan bu güzeller güzeli kız ailesiyle beraber kozmopolit bir dünyada yaşıyorlardı. Şöyle ki; Pattie ve ailesi Kenya dahil olmak üzere İngiltere, İskoçya ve Amerika gibi çeşitli ülkelerde yaşama şansı buldular. Hanım kızımızın da ailesi sonradan parçalanmıştır. Annesi ve babası boşanmış, annesi boş duramayıp hemen Tanzanya’ya kocaya kaçmıştır. Bu güzel yüzlü kız çocuğu ileride birini fena halde dize getirecekti. Hayatının bu evresinde karşılaştığı zorluklar ona, ilerideki fırtınalı hayatının sinyallerini vermekteydi.


Evet sabırlı okuyucu arkadaşlarım, hikayemiz ilerledikçe bu iki kahramanın kesişen yollarına hep beraber eşlik edeceğiz. Hadi yazıma güzel bir şakıyla son vereyim.

My father’s eyes…. Eric Clapton, 1985’te hayatını kaybeden ve hiç karşılaşmadığı babası için yazmıştı bu şarkıyı. Hatta; babasının gözlerine hiç bakamadığından dolayı, oğlunun gözüne nasıl bakacağını bilemediğinden bahsetmiştir. Sözlerinden anlayacaksınız zaten.  Sırf bu şarkı ile alakalı geniş bir yazım olacak. Ama şimdilik senaryoya bağlı kalalım. :)

Şarkının sözleri;

                                           Güneşin arkasında denize açılıyorum 
Prensimin gelmesini bekliyorum 
İyileştiren yağmura dua ediyorum 
Ruhumu yenilemesi için 
--------
Kaçan işe yaramaz adam
Buraya nasıl geldim? 
Ne yaptım? 
Umutlarım ne zaman kalkacak? 
Onu nasıl tanıyacağım? 
Babamın gözlerine baktığımda 
Işık parlamaya başlar sonra 
O eski ninnileri duyuyorum 
--------
Tohumun (bebek) büyüdüğünü izlerken 
Kalbimin fazla atışını hissettim 
Söyleyecek kelimeleri nerden bulurum? 
Ona nasıl öğretirim? 
Ne oynarız? 
Parça parça anladım 
O zaman onlara ihtiyaç duydum 
Babamın gözlerine 
------
Dişli kenar görünür 
Gözyaşlarının uzak bulutlarında 
Yıkıp geçilen bir köprü gibiyim 
Kurumlarım topraktan 
-----
Ruhum ölüme giderken 
Onu nasıl kaybederim? 
Denediğim şey neydi 
Parça parça anladım 
Benimle olduğunu 
-----
Babamın gözlerine baktığımda 

Babamın gözlerine baktığımda 








23 Haziran 2013 Pazar

Ben de terörist sayıldım


Çok kısa değinip geçicem. Günlerdir devam eden gezi parkı olayları hakkında içimde kalan ufak bir şeyi sizinle paylaşmak istiyorum.  Öncelikle “Gezi Parkı” amaç değildir arkadaşlar, bunda bi fikir birliği yapalım. Şöyle ki; insanlar meydanlara akın ettikleri ilk günlerde, gezi parkı için başlatılan eylemin haksız yere dağıtılmasının karşısında durmak amacıyla oradaydılar. Polisler tarafından aynı muameleye maruz kalınca da, içlerinde dizginledikleri ateşi dışa püskürtmeye başladılar. Yani artık “Gezi Parkı” insanların direnişleri için bir araç haline geldi. 

Şahsım adına konuşmam gerekirse; ben de protestolara katıldım. Sebebi; iyiden iyiye Ata’mızın adının ve izlerinin silinmeye çalışılması, halka ve halkın Önderi Mustafa Keman Atatürk'e yaptığın hakaretler ( ayyaş, çapulcu vs. işte siz biliyosunuz ), ulusal bir ülke yapısından daha çok, millet millet bölünmüş bir ülke konumuna getirilmeye çalışılması, doğu, batı, kuzey, güney fark etmeden insanların kullanılmaya çalışılması ve mağdur siyaseti yaparak eğitim düzeyi çok aşağıda olan insanların kandırılması. Bu örnekleri çoğaltabilirim ama meydanlara inerken benim ana temalarım bunlardı.

Peki, sonra ne oldu? Sonra, meydanlarda bu durumu fırsat bilen yasa dışı zihinler ile ben bir tutuldum. Başbakan mitinglerde bizi “terörist” olarak gösterdi ve biz de Atamızı, Bayrağımızı ve bölünmez bütünlüğümüzü korumaya çalıştığımız için artık birer terörist idik.

Orada benimle aynı fikirde olan kişileri size Sagopa Kajmer'in "Trakonya" şarkısında geçen bir diyaloğu ile tasvir etmek isterim. Bize "terörist" diyen zihniyete ince bir cevap niteliğinde olduğunu düşünüyorum. ( Sagopa Kajmer, Yunus Özyavuz'un kullandığı bir mahlastır.) 

* Yani Yunusta iki şahsiyet mi var diyorsunuz ?                                                        
       İki Yunuz;                                                                                                      
        - İlki yanağına tokadı yeyince ötekini uzatan,                                                  
        - İkincisi ise bi yanağına tokadı yeyince karşılığını veren Yunus, öyle mi ?         
* Hayır, öyle bir ikilikten söz edilemez. Yunus tokat da yemek, tokat da atmaz...!!! 

Yani senin kaba kuvvetin bu millete işlemez. Barbarlık gördü diye de ne pusar, ne de kimseye karşılık verir. Ne mi yapar; kitap okur, börek uzatır, karanfil uzatır... Ama yine çok zorlamamak gerekir!


Peki, size şöyle bir tablo çizsem bana ne dersiniz ?



Sanırım bundan ötesini tartışmaya da gerek yok. Terörist başı ve uzantısı olan siyasi toplulukla birebir defalarca görüşmeye oturup halkına terörist diyorsan, ben senin samimiyetinden şüphe ederim. Kaldı ki zaten ülkemizde samimi bir ortamdan uzun zamandır söz edilemez. Sadece şu sunmuş olduğum kıyaslamayı yaparak bir çok sorunun cevabına ulaşabilirsiniz. Zahmet edip okuduğun için teşekkür ederim Mahmut Abi… ;)
             





Hayırlı Uğurlu Olsun...

Evet, yeni blogumun ilk yazısını yazmaktayım. Heyecan var mı? Hayır, yok :). Öyle üstün sayılabilecek bir blog sayfası özelliği taşımayacağını şimdiden söylemeliyim. Mesela; genel olarak Eric Clapton’dan bahsederim, veya ne bileyim günlük hayattaki bana ters gelen şeylerden, bazen Orduspor’dan, bazen ise ordan burdan… Şunu da ekleyeyim; imlaya o kadar da dikkat etmeyecem... 

            Ee madem Eric Clapton dedik, hadi onun bir şarkısını size tanıtarak yayın hayatıma başlayayım…

Benim En’lerim arasında bulunan bir şarkı, “Layla”. Olayın derinine inmek istemiyorum. Özetle; Eric abimizin Pattie Boyd yengemize yazdığı olağan üstü şarkıdır. Eric, bu güzelim kıza vurulduğunda Pattie, Beatles’ın üyelerinden George Harrison’ın eşiydi, ama bu yasak ilişki Eric Clapton’ın tüm hayat hikayesinin ince bir özetiydi. İlerleyen zamanlarda size bunlardan da bahsedicem.

Şarkıya dönecek olursak; Eric Clapton şarkının sözlerini, içine düştüğü aşkı Leyla ile Mecnun efsanesine benzeterek, o hikayeden esinlenerek yazmıştır.
Sözleri ise şöyledir;

Tek başına kaldığında ne yapacaksın, Kimse seninle birlikte değilken?
Çok uzun zamandan beri kaçıyorsun ve saklanıyorsun.
Biliyorsun bu senin aptal gururun.
Seni teselli etmeye çalıştım, o eski adamın seni üzdüğünde.
Aptal gibi, sana aşık oldum, tüm hayatımı alt üst ettin.
En doğru kararı verelim, ben sonunda çıldırmadan önce.
Ne olur hiç bir zaman bir yol bulamayacağız deme
Ve tüm aşkımın boş, faydasız olduğunu söyleme bana
Leyla, beni dize getirdin,
Leyla, yalvarıyorum sevgilim lütfen,
Leyla, sevgilim şu endişelerimi dindirmeyecek misin?

            Sözleri, müziği, melodisi, söyleyeni, ve tabii ki “dinleyenleri” ile müthiş, ve bana göre efsaneler efsanesi bir şarkı ! iki versiyonunu birlikte servis edicem size.. Zevkini çıkarın…